Garip ama gerçek bir durum; bazı organizasyonlarda ortak amaç etrafında birlikte çalışması, sorunları sahiplenmesi, birlikte çözümler üretmesi ve başarıyı birlikte kutlaması beklenen insanların gerçekte birbirleriyle savaşıyor olmalarıdır. Bu insanlar arasında gizli ya da açık, sözlü ya da sözsüz çatışmalar, çekişmeler sürüp gitmektedir. İnsanlar bazen kıt kaynaklar için, bazen güç ifade eden roller ve statü için, bazen farklı amaçlar ya da değerler için, ancak ne yazık ki çoğu zaman da kişisel kaprisleri için savaşmaktadırlar.
Anlamak ve inanmak zor olsa da bazı organizasyonlarda yöneticiler çalışanlarına, çalışanlar yöneticilerine ya da diğer bazı bölümlerin çalışanlarına adeta cephe almış bir durumda, saldırı ya da savunma psikolojisiyle yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu insanlar gerçekte; birbirlerine, organizasyonlarına ve sonuçta kendilerine belki de rakiplerin verebileceklerinden daha fazla zarar verebilmektedirler. Bu durumların yaşandığı organizasyonlarda, kaynakların, zamanın ve zihinsel enerjilerin büyük bir kısmı insanların birbirleriyle savaşmasıyla ya da savaşa hazırlanmasıyla geçmektedir.
Bu organizasyonlarda fikirlerin, projelerin, kavramların ve olayların konuşulup tartışılacağı yerde neredeyse bütün gündemi yalnızca insanlar arasındaki çatışmacı ilişkiler ve kişisel sorunlar oluşturmaktadır. Yaşanan krizlerin, ortaya çıkan sorunların önemli bir kısmı, insanların işlerine odaklanmaları yerine dikkatlerini gereksiz yere birbirleri üzerine yoğunlaştırmalarından kaynaklanmaktadır. Bazı insanlar bir başkasında kusur bulmak, onu eleştirmek, suçlamak, şikâyet etmek için ya da başkalarının yanında küçük düşürmek için adeta özel bir çaba harcarlar. Bazen yaşlı ve kıdemli olanlar gençleri, gençler yaşlıları, erkekler ve kadınlar birbirlerini, mühendisler pazarlamacıları, finans çalışanları insan kaynakları yöneticilerini, ofis elemanlarını, saha çalışanlarını, aile üyeleri profesyonel yöneticileri sürekli mercek altında tutmaktadırlar. Onları bir açığını bulup tehdit etmek, şantaj yapmak veya zor bir duruma düşürmek amacıyla yakından izlemektedirler.
Bazı işyerlerinde gözlemlenen zorbalık, taciz, dedikodu, iftira, ayırımcılık, koloni oluşturma, bilgi gizleme, yanıltıcı bilgilendirme, soğuk ve kayıtsız kalma, karalama kampanyaları ve benzeri davranışlar, çalışanların zamanlarını, enerjilerini, morallerini tüketmektedir. Kapıda selamlaşmayan, koridorda sırtını dönen, kafeteryada uzak masaya oturan, toplantıda veya eğitimde bir arada bulunmaktan özenle kaçınan insanlar aslında farkında olmadan kendilerinin ve diğerlerinin akıl, ruh ve beden sağlığını bozmaktan öte bir iş yapmamaktadırlar.
Şüphesiz, bu karanlık tablolar her organizasyonda yaşanmamaktadır ya da yaşananlar en azından burada anlatılanlar kadar korkutucu olmamaktadır. Ancak, böyle bir yapı ve işleyiş söz konusu ise ya da bu yönde bir eğilim gözleniyorsa yapılması gereken, insan kaynakları yöneticilerinin üst yönetimin desteğini de alarak zaman yitirmeden bu ciddi sorunla yüzleşmeleri ve ivedilikle kurum kültürünü değiştirmeye yönelik ciddi eylemlere girişmeleridir.
Merhaba İsmet Bey,
Çok güzel yazıp anlatmışsınız. Elinize sağlık.Sanırım bir araştırma yapılsa Türkiye’deki firmaların %90’ında bu tarz olayların yaşandığı ortaya çıkar. Ama benim yaşadığım tecrübelerin ışığında gözlemlediğim; bizdeki klasik söylem olan “Balık Baştan Kokar” deyimi. Eğer yöneticiler(özellikle orta düzey) alt/üst ilişkilerinde dengeyi sağlamada önemli rol üstlenmektedir. Tabii ki onları da denetleyip, yönlendirecek olanlar üst düzey yöneticiler. Son çalıştığım 2 iş yerinde benzer olayları yaşadım. Sonuçta birileri kişisel hırsı ve egosu yüzünden başka insanların hayatını mahvediyor. Bu vesileyle, 2015 yılının tüm insanlığa sağlık, mutluluk ve başarı getirmesi dileğiyle. Yeni yılınız kutlu olsun.
Selamlar/Saygılar,
Bülent Parmaksız