Farklılık konusunun bireyler, organizasyonlar ve toplumlar tarafından algılanmasına ve yorumlanmasına bağlı olarak üç farklılık modelinin varlığından söz edilebilir:
Eritme Kazanı: 18. Yüzyıl ortalarından 20. Yüzyıl ortalarına kadar ABD de egemen olan görüştür. Çoğu toplumlarda, okullarda çocuklara ve gençlere öğretilen anlayıştır. Farklı uluslardan insanların adeta yeni bir ırka dönüştürülmesi, birleştirilmiş, bütünleştirilmiş ortak bir kültürün oluşturulması anlamına gelir. Günümüzde önemini ve anlamını kaybetmiştir. Nüfus hareketleri ve azınlık-çoğunluk grup oranlarındaki değişmeler, hemen tüm dünyada tek ve ortak bir kültür oluşturma anlayışından vazgeçmeyi gerektirmektedir.
Kültürel Çoğulculuk: Bu terim, etnik grupların bir taraftan kendi kültürel kimliklerini korumaları, diğer taraftan da ülkelerine bağlılığı ve ulusal yaşama aktif katılımı sürdürmeleri anlamına gelmektedir. Kültürel çoğulculuk genellikle insanların işyerlerinde ve toplum içinde çift kimlikle yaşamalarını gerektirir. Çoğu modern toplumda yasalar ve kültür, bireysel grup kimliklerinin sahiplenilmesini cesaretlendirmektedir. Çift kimlikler kültürel çoğulculuğun göstergeleridir. Bu gruplarda olan bireyler her iki kimliklerinin de bilinmesini ve onlara değer verilmesini isterler.
Vatandaşlık Kültürü: Bu anlayış, insan haklarına dayalı olarak etnik ve dinsel farklılıkların ifade edilmesine izin verir. Bunu, korunması gereken bir hak olarak görür. Diğer taraftan da dinsel, etnik, ırksal temele dayalı çatışmaları hoş görmez ve yasaklar. Çağdaş toplumları birleştiren, etnik özellikleri sürdürme hakkı da dâhil olmak üzere özgürlükleri koruyan bu vatandaşlık kültürüdür. Batı ülkelerinde yaşanan deneyimler, farklılıkların vatandaşlık kültürü tarafından tanınmasının ve korunmasının kaçınılmazlığını ortaya koymuştur. Günümüzdeki anlayışın ortak temeli bu olmaktadır.
Bu modellerin gerçek toplumsal koşullarda geçerliliğini, işe yarayıp yaramadıklarını görmek gerekir. Organizasyonların çalışanlarına, Devletin vatandaşlarına ve toplumun bireylere nasıl davrandığına bakılmalı, onlara nasıl bir yaklaşım sergilediği gözlenmelidir. Organizasyon (ya da toplum) çapında tek ve ortak bir kültürün geliştirilmesi amacının ve çabasının varlığı ya da farklılıklara saygı duyan, değer veren bir yönetim anlayışının, bireylerin haklarını koruyan bir yaklaşımın söz konusu olup olmadığı incelenmelidir. İnançlarda, fikirlerde ve düşüncelerde farklılıkların nasıl karşılandığı araştırılmalıdır. Kısaca, organizasyondaki (ya da toplumdaki) genel eğilimin, farklılıkların desteklenmesi mi yoksa engellenmesi mi yönünde olduğu ortaya konulmalıdır.
Kaynak: Barutcugil, İ, Farklılıkların Yönetimi, Kariyer Yayınları, İstanbul, 2011